Ergenlik dönemi dediğimiz süreç öyle uzun ki ‘ergenlik başlangıcı’ (13-15 yaş) dediğimiz evreye henüz yeni gelebildik. ‘Asıl ergenlik’ dediğimiz evreye ise ancak bir sonraki yazıda gelmiş olacağız. Bu durum ergenliğin aslında ne kadar ince elenip sık dokunması gereken bir dönem olduğununun bir göstergesi gibi. Peki ergenlik başlangıcı denilen evrede neler gözlemleriz?
Ergenlik başlangıcı 13-15 yaş arasını kapsar ve ‘otoriteden bağımsızlaşma’ bu evrenin tipik özelliğidir. İlk yazıda değindiğim gibi aslında ebeveyne olan ihtiyaç tamamen bitmediği halde, bu bağımsızlaşma çabası sağlıklı bir ergenlik dönemi geçiren bireylerde görmek istediğimiz bir çabadır. Çünkü bu durum, daha önce de değinmiş olduğum ve ergenlikte çok önem verdiğimiz bir nokta olan ‘ebevyenden uzaklaşıp dışarıdaki kişilere (ötekilere) yönelebilmesi’ni sağlayacak etkenlerden biridir.
Sağlıklı bir ergenlik sürecinde olan bireyden beklenen bağımsızlaşma çabası içinde olmasıdır demiştik. Peki bu çabayı gözlemlemediğimiz ‘uyumlu’ diye tabir ettiğimiz ergenler bu sürecin neresindedir? Çok uyumlu, sessiz sakin, fikrini belirtmeyen, karşı gelmeyen, her şeye tamam diyen bir ergen aslında görmeyi pek de tercih etmediğimiz tablolardır. Ancak bu her şeye karşı gelen, dikbaşlı olan, olur olmadık her şeyde bir çatışma içine giren bir ergenin sağlıklı tablo olduğu anlamına da gelmemektedir. Kısaca özetleyecek olursak bir ergen ne çok uyumlu ne de çok dikbaşlı olmalı. İdeal olan, başkaldırabilmesi ancak bunun sonunda uzlaşmaya da varabilmesidir. İşte sağlıklı bir tablo böyledir. Örneğin, ebevyenleriyle telefon kullanımı ve ders çalışma süresiyle ilgili sıkça çatışma içinde olan bir ergeni düşünelim. Ergenlikte ebeveynlerinin oluşturduğu ders programına bir çocuk kadar uyum göstermemesi doğaldır. Artık daha bağımsız olmak ve çalışma saatlerine kendi başına karar vermek istiyor olabilir. Ancak telefon kullanımı arttığında ebeveynleri de haklı olarak endişe duyar ve bu da ergen ve ebeveynleri arasında bir çatışma yaşanmasına sebep olur. Eğer ki çatışmanın sonunda “ödevlerim bittikten sonra/ okuldan döndükten sonra telefonuma bakacağım” gibi bir orta yola varıyorsa işte burada çatışmanın uzlaşma ile sonuca bağlandığını görebiliriz.
Tahmin edersiniz ki ergenlikte çatışma yaşanması demek, sınırların sürekli zorlanması demektir. Bunlar ergenler için kolay olmadığı kadar ebeveynler için de kolay olmayan süreçlerdir. Bağımsızlaşmak isteyen bir ergenin karşısında sınırları korumak tabii ki güçtür. Dolayısıyla ebeveynler sürekli olarak kendilerinin sınandığını düşünebilir. Fakat otoriteyi elden bırakan, hiçbir kural ve sınır olmayan aile yapısı risk grubu oluşturur. Sınırların baştan beri hiç olmadığı aileler en büyük risk grubudur; bu konuyu ayrıca ele almak gerekir. Ancak ben, önceden sınırları ve kuralları olup da sonradan bunları bırakan ebeveynleri ele almak istiyorum.
Ebeveynlerin sınır koymayı bırakmasına neler sebep olur?
Bunlardan ilki durumun kişiselleştirildiği ve kendi üzerlerine tehdit olarak alındığı zaman ortaya çıkıyor. Ergenlikte agresif dürtünün (saldırganlık dürtüsü) arttığını biliyoruz. Bu noktada anne-baba, ergenin saldırganlığını kendilerine yönelik bir yıkıcılık ya da tehdit olarak algıladığında ergeni kendi haline bırakabiliyorlar. Halbuki ergenlikte yaşanan çatışma içsel bir çatışmadır. Ebeveynlerin bunu kişisel olarak üzerine almamaları gerekir.
Ebeveynlerin “Biz onu sınırlarsak bizi sevmeyecek.” şeklindeki endişeleri sınırları kaldırmaları ile sonuçlanabilir. Yani ergenin sevgisini korumaya-kazanmaya çalışırken aslında onu çok daha zor bir duruma sokarlar. Bu zorlanma durumu altbenlik-üstbenlik ile ilişkilidir ki bunu az sonra ayrıntılı bir şekilde anlatacağım.
Bir diğer etken ise ebevyenlerin ergeni artık kontrol edemedikleri ve iplerin koptuğunu düşündükleri anda duydukları endişe ile ortaya çıkar. Ergenin nerede, ne zaman, ne yaptığını bilmemek ve bu gizlilik ve belki de yalanlar ile baş edememek bunu tetikliyor. “Madem kontrol edemiyoruz, bari bizden gizlisi saklısı olmasın.”, “Üstüne gittikçe daha ters tepiyor. Artık serbest bıraktık.” şeklinde yaklaşımlar ile sınırlar ortadan kaldırılabilimekte. Örneğin, 15 yaşında alkol ile tanışan bir ergeni düşünelim; içinde bulunduğu arkadaş grubu bunu tetikliyor ve gizlice arkadaşları ile buluşup alkol tüketiyorlar. Anne-baba bir şeylerin yolunda olmadığını farkında, ama ne zaman bununla ilgili soru sorsalar çatışma yaşanıyor ve ergen durumu reddediyor ya da “Bana karışmayın!” diyor. Bu süreç içinde çıkmazda kalan ebeveynler ya sınırlar koruyacak ve sınırlar eşliğinde buna bir çözüm arayacaklar, ya da ergen hakkında her şeyden haberdar olma ve üzerindeki kontrolü sürdürme istekleri baskın gelecek ve “içiyorsan da bizim yanımızda iç” denilecek hatta ergen artık arkadaşları ile içmeye giderken ailenin haberi olacak ve düzenli olarak alkol tüketen biri haline gelecek. Özetle sınır esnetilmeye çalışılsa da ergenin sınıra olan ihtiyacı her zaman vardır ve ebeveynler bu süreçte sınırlar konusunda çok dikkatli olmalıdır.
Ergenler ne ister?
Bu dönemde ergenlerin yalnız kalmaya olan ihtiyaçları artar ve kendilerini izole ederler. Yaş dönemi gereği depresif bir konumda olmaya yatkın olduklarından aslında bu çok doğal bir izolasyon çabasıdır. Fakat her konuda olduğu gibi burada da normal bir izolasyon-uzaklaşma mı yoksa daha depresif-yıkıcı ve başkaları ile bağ kurmaya yatırım yapmanın güçleştiği bir durum mu söz konusu ayırt etmek gerekir. İkincisinden şüpheleniliyorsa profesyonel bir destek alma yolunda gidilebilir. Örneğin eskisi kadar ailece vakit geçirmeyip evde odasına çekilip keyif aldığı hobilerine vakit ayıran ve kendini bu şekilde izole eden bir ergen ile; odasına çekilen, insan ilişkilerine dahil olmaktan kaçınan, eskiden zevk aldığı şeylere karşı artık isteksiz hale gelmiş bir ergen arasında fark vardır. İlki ergenlik sürecindeki normal bir izolasyon iken, ikinci tablodaki depresif konum göze çarpmaktadır.
Tabii ki izolasyonun dışında bazı ergenlerde gruba bağlılık arzusu da görülebilir. ‘Onlar’ gibi olmak isterler. Bu istek herkesin birbirine benzediği bir grupta yer alma ihtiyacından kaynaklanır. Bu ergen için rahatlatıcı bir şeydir. Farklı olmadığının ve dışlanmadığının kanıtıdır.
Tüm bunlara rağmen bir yandan da orijinal olmak isterler, Bu durum ergenliğin paradoksu gibidir. Örneğin bir ergene “Bu yaşadıkların çok normal, ergenliğe özgü bir süreç, zamanla hepsi geçecek.” şeklinde telkinde bulunduğumuzda çektiği o sıkıntıları herkesin yaşıyor oluşu (orijinal bulunmamak, sıradan gibi hissetmek) bir yandan ergeni pek de rahatlatmaz iken; bir yandan ergenliğin o sıkıntılarını yaşayan tek kişi olmadıklaırını da farketmelerini sağlar. Kitaplarımı karıştırırken rastladığım anonim bir söz aslında tam da ergenlerin aynılık-farklılık paradoksunu özetlemekte: “Ergenler, farklı olmak için yanıp tutuşan isteklerini tıpatıp aynı giyinerek ifade eden kişilerdir.”
Ebeveynden uzaklaşma ergenin ruh sağlığını ne şekilde etkiler?
Ergenin bugüne kadar mevcut üstbenliği (superego, yani içimizdeki yargıç) ebeveynine göre şekillenmiş bir haldeydi (ebeveynsel üstbenlik). Fakat otoriteden bağımsızlaşma, izolasyon ihtiyacı, ayrışma çabaları ile birlikte üstbenlik zayıflamaya başlar ve dürtüler artışa geçer. Yani altbenliğin (id - ilkel, dürtüsel istekler) istekleri artışa geçerken ebeveynden uzaklaşan ergenin üstbenliği de tek başına kalakalır. Dolayısıyla ‘ebeveynsel üstbenlik’ olmadan toplumun kuralları, ahlaki değerleri ve standartları ile baş etmek ergeni zorlayan etkenler olarak onun karşısına çıkar.
Bu durumda ergenin karşı gelmelerini-başkaldırılarını yalnızca dürtülerdeki yoğun artış (altbenliğin güçlenmesi) ile açıklamak aslında eksik kalacaktır. Bu artışa ilaveten bir de ‘ebevyensel üstbenliğin’ de zayıflamış olması ergenin kurallar karşısında zorlanmasında ve onlara karşı gelmesinde önemli bir faktördür. ‘Kendisine ait’ yeni bir üstbenlik oluşana dek ergen otorite ile olan mücadelesinde, kendi kurallarını koymakta ve disiplin sağlamakta zorlanacaktır. Peki o zaman ergen için kuralları kim koyacaktır? Bu noktada Winnicott, ergenlerin henüz olgunlaşmadıklarına ve onları kendi hallerine bırakmamak gerektiğine vurgu yapar. Yani anne-babaların ebeveynlik konumunlarını koruması ve otoritelerini terk etmemeleri çok önemlidir. Bu da yine sınırların önemine yaptığım vurguyla aynı yere çıkmaktadır. Ergenin kendisine ait bir üstbenliğin oluşumunun tamamlanması da ancak ergenlik sonuna doğru olacaktır.
Ebeveynsel üstbenliğin terk edilmesiyle beraber henüz kendisine ait bir üstbenliği oluşmamış olan ergen içsel bir boşluk yaşayabilir. Bu boşluğun ergeni karmaşaya götürme ihtimali hem vardır hem yoktur. Ergenin boşluğu neler ile doldurduğu önemlidir?: Arkadaşlar, aşklar, anne-babanın yerine koyabileceği idoller, hobiler gibi şeylerle doldurabilmesi sağlıklı olacaktır. Bunların aksine olumsuz arkadaşlıklar, alkol ve madde kullanımına yönlendirebilir ve istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Bu durumlarda iyi bir gözlem yapmak ve gerektiği noktada profesyonel destek almak yerinde olacaktır.
Bir sonraki yazım olan Ergenlik-101: Asıl Ergenlik (15-18 yaş)’te görüşmek üzere.
Psikolog İdil Örs
İstanbul Üniversitesi - Psikoloji
Kaynakça
1.Parman, T. (2016). Winnicott’un kuramında ergenlik. Psikanaliz yazıları-23 (2. baskı) içinde (s.79-89). İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
2.Parman, T. (2017). Ergenlik ya da merhaba hüzün (5. baskı). İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
3.Santrock, J. W. (2016). Yaşam boyu gelişim (13. baskı). (G. Yüksel, Çev.) Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık. (Orijinal çalışma basım tarihi 1983).
Comentarios